23 Mart 2008 Pazar

"mış" gibi yaşamak

Bir yazı okudum bugün internette. Severim başka blogları da okumayı, yazdıkları üzerine düşünmeyi. Yine işte böyle neler yazılmış bugünlerde diye bakınırken bir yazı dikkatimi çekti. Dilimizdeki yozlaşmadan bahsetmiş. Yozlaşma derken çok da derinlere inmiş diyemem, sadece Boğaziçi eksenliydi bu yazı. Hepimiz biliyouz ve kabul ediyoruz ki, Boğaziçi ingilizcesi denen bir olgu var. En milliyetçisi ya da en gelenekçisi bile bunu kabul ediyor ve onlar da kullanıyor, kullanmak zorunda kalıyor. Neyse işte dilimizdeki yozlaşmadan bahsederken insanı gruplara ayırmış. İngilizce kullanımı mecburiyet haline gelmiş durumlar olduğundan, bazı kelimelerin artık yer edinmiş olduğunu ve ona karşılık gelen kelimeleri söylediğimizde aynı anlamı ifade edemediğimizden bahsediyor. Ayrıca bir grup insan daha var ki onlar da tabiri caizse özenti diye atfettiğimiz kişiler, onlar da kendini ortalama insandan bir anlamda ayırmak için kullanılır hale gelmişler bu ortaya karışık dili, ana menüde Türkçe, İngilizce soslu bu dili...

İlk grup kişilerin hayatlarının bir parçası olmuş, gayet normal bir fenomen haline gelmiş olduğundan bahsetmiş. Ayrıca bundan bahsederken Türkiye'nin coğrafi konumundan kaynaklanan, "doğu-batı" sentezinden kaynaklandığını, bu ikilemde fazlaca kalanlar olarak, böyle sorunlar yaşadığımızı belirtmiş.

Şimdi geldi benim ne düşündüğüme... Bence bu konu yani Boğaziçili olma durumu biraz abartılıyor. Tamam bazı şeylerin yerini Türkçe karşılıkları tutmuyor ama her hatırlamadığın kelimenin İngilizcesini söylemek ne kadar bu yukarıda bahsettiğimiz kriterlere uyuyor. Kendinizi Türkçe çok iyi şekilde ifade edebilecekken nedir bu İngilizce karşılığını söyleme alışkanlığı. Mesela, "ben iki yer arası devamlı gidip gelen araç" desem "shuttle" yerine bana ağzınızı bırakıp başka yerlerinizle gülmeye başlarsınız. Ya da "article" demek sanki "makale" yerine geçmiş ve makale dediğimde bilimsel bir yanı değil de gazetelerdeki makalelerden bahsediyormuşum gibi geliyor insanların aklına. Bunlar işte bize Boğaziçi'nden geçen kültürler ve birikimleri.

Peki, her şeye üstünde düşünmeden aklımıza hangi dildeki karşılığı gelirse onu söylemek ne kadar doğru, ne kadar kabul görülesi bişi? Bence bu düşünme tembelliği kaynaklı bişi, düşünmek istemiyoruz aklımıza geldiği gibi biran önce mesajımızı karşımızdakine aktarmak istiyoruz. Bu aktarım yeterli diyoruz, hangi dilde nasıl olduğu o kadar da önemli değil. Karşımızdaki anlıyor ya kendimizi yormaya, zorlamaya ne gerek var, öle değil mi?

Sonra da buna türlü kılıflar uyduruyoruz. Yok Türkiye doğu-batı köprüsü, bu yüzden de köprü görevinde iki kültürün de dillerinden parçalar içeriyor, yok Türkçe yabancı kökenli kelimeleri karşılamaya yeterli değil, yok Avrupa dillerinde bilmem kaç sözcük var oysa Türkçe'de bilmem kaç gibi çok bilmişlerin anlamsız iddiaları...

Konuya hakim olmadan konuşmak bizim milletçe sevdiğimiz bişi zaten. Öle ahkam keseriz ki...İki, üç etraftan, gazeteden, televizyondan ne duyarsak çok biliyormuşuz gibi satmaya kalkma alışkanlığımız yok mu...

"mış" gibi yapma alışkanlığımız bizi toplum olarak daha nerelere sürükler bilmiyorum ama ben de başladığım konudan uzaklaşarak sizi sıkmadan konuyu bağlayayım. Bu "mış" gibi yapma kültürümüzle bağlayabilirim belki. Çünkü bu sorun birçok başka sorunlara da ön ayak oluyor. Okumuş gibi yapıp okumadığımız bir kitabı eleştiririz, seviyormuş gibi yapıp sevmediğimizi söyleyemeyiz, gazetelerden duyduğumuz şeyleri, başkalarının sözlerini kendimizinmiş gibi orda burda anlatmaya kalkarız...Daha neler, neler...

Bunun sonu yok ama bu bahsettiğim de başka bir "mış" gibimiz. Boğaziçi kültürünün bir sonucuymuş gibi gösterip düşünme tembelliğimizi saklamaya çalışmak.

Hiç yorum yok: