31 Aralık 2007 Pazartesi

Öyle yürürken...

Çok oldu yazmayalı, belki sınavlardan belki de başka bir sürü sıralanabilinecek bahanelerden... Ama bugün çok uzun bişi yazmaktansa asi ve mavi olan canım arkadaşımla aramızda geçen, yürürken birden oluşan bir dialogu yazmak istiyorum. Biz onunla hep aynı şeyleri yaşadık, konuşmadan anlaştık...Başka söze gerek yok, sadece hissetmek yeterli demek istediğimizi...

B:Kalbim çok hızlı çarpıyo, sanki uçacak...
A:Benimki de.Kolay uçar, nasılsa boş...
B:Evet...
A,B:(aynı anda)Peki ya acılar....
A:Kalbimiz acıyla öyle ağır ki
B:Ağır, delik deşik, uçamaz sadece batar, daha da derinlere, çıkamaz aydınlığa, zor, batmış, ölmüş, morarmış...
A:Şiir gibi...
B:Evet ama gerçek...O kadar gerçek ki...

(Çok melankoli farkındayım ama aslında bunları söylediğimizde hiç de melankolik değil tam tersine gayet mutluyduk, yürüyorduk yokuş yukarı, öylesine bir anda söyleyiverdik, plansız, programsız. Belki de budur benim için önemini arttıran...)

8 Aralık 2007 Cumartesi

Aşk Ruleti...

Oynanmaz onunla der çoğu insan, oynamaya gelmez, sen oyuna gelirsin...Ne aşkla ne de aşıkla...
Bugünlerde kim kaldı ki oynamayan aşkla, saf duygularla diye sorarım. Kim kaldı kalbi kırılmadık, ya da oyuncak olmadık? Hangimiz kandırılmadık, sevildiğimizi sanmadık, karşımızdakini kendimiz kadar dürüst sanmadık, sonra da gerçekliğin o pis yüzüyle karşılaşmadık? Belki de böyledir aşık olmak bile bile, ondan daha çok sevmek, sevilmeyi sevmekten daha çok istemek...
Karşındaki kişiden emin olamamak kadar kötüsü var mıdır bilmiyorum. Güvenemeden ne kadar yaşamaya devam edebilirsin ki? Sen seve seve canını verebilecekken, ondan emin olamamak...
Aşk ruleti...
Bu kısa film de birbirlerine karşı aynı sevgiyi taşıdıklarını sandığımız ama sonra aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını gösteren başka bir örnek...İyi seyirler...

7 Aralık 2007 Cuma

başka bir "ilk"

Herşey sadece başlamaya karar vermekle başlar. Benim başlama sebebim farklı olsa da yazıyorum artık burada, her zamankinden tek farkı elimde kağıt, kalem değil, klavye...bir blogda ilk yazma deneyimim, defterim ve kalemimin, o onlara özgü, kokuları olmadan ilham gelecek mi diye çok merak ediyorum.Sanırım bunu ilerde göreceğim ama burdan düşüncelerimi paylaşmak güzel...


Hayatımda hep "ilk"lerim oldu herkes gibi. İlk aşkım, ilk karne günüm, ilk yalnız evden ayrılışım, ilk şiirim, ilk teyze oluşum, ilk ihanet.... Bu liste böle devam eder, yaşadığım sürece de devamı gelecek. Bunların hiç birini unutmadım, asla unutmam neler yaşadığımı, neler hissettiğimi, sonra nasıl değiştiğini herşeyin bu "ilk"lere nasıl alıştığımı. İnsanın asla alışamayacağı şey alışacağını kabullenmek. Ben de yavaş yavaş sanırım senin varlığına alışacağım sevgili blogcum. Ne de olsa bundan sonra, beni şimdiye kadar ayakta tutan, geçmişimi bana hatırlatıp tekrar yaşatan, kağıdım, kalemim sensin. Ben duygularımı otuz iki dişimin ardına çok kolayca saklayabilirim. Bu yüzden içimdeki sesim sensin artık, kimseye açılamadığım duygularımı sen seslendireceksin, onları sen canlandıracaksın artık. Bu yazım, bu sözlerim hepsi bir ilkti başlarken yazıma ama artık onlar da eskidi. Sanırım alışmak bu, "ilk"in eskimesi...Hatıralarına bu eskileri eklemek...Beyninin onlara alışmasıyla senin de onlara alışman. Alışmanın tek kötü yanı sen vazgeçebilirsin ama beynin vazgeçemez kolay kolay, izleri silemez, kalan izleri onaramaz. Bunu biyoloji derslerinden öğrenmiştim, sinir hücrelerinin kendini yenilemediğini. O hep eskileri de barındırır içinde, vazgeçemez, yenilenemez, unutamaz.


Bu "ilk"im de unutulmayacak diğerleri gibi, hepsi bilmeliler ki asla unutulmayacaklar...