Yazmassam paylaşmassam olmucak... Söylemezsem dillendirmezsem boğucak beni...
İnsanlar ne kadar küstah, ne kadar kendini bilmez, haddini aşan edalarda, bi b.k bildiğinden emin dolaşır oldu etrafta gerine gerine. Küçük dağları onlar yarattı diye iddialarda bile bulunacaklar yakında.
Sen kimsin? Nesin? Nerden emin oluverdin her şeyi pek çok biliverdiğine? Aman hemencik de çözüvermiş hayatın anlamını, her şeyin neden sonuç ilişkisini. Herkesin akıl hocası olmaya da yeltenmiş. Söylediklerini çürütmeye çalışmalar, iddalı cümle kurma istekleri, off offf hele puslu bakma uğraşları...offff!!!
Evet o küçük insanlardan bahsediyorum. Dünyanın sırrını çözmüş gizemli havalar, aman tanrım harika sorular sordum tripleri, çok güzel espri yapmış olduğunu düşünerek etrafa sırıta sırıta bakmalar. Midem kalkıyor ya. Bünyem kabul etmiyor.
Nefret ediyorum hatta tiksiniyorum sizden. O tepeden bakan bakışlarınız var ya, içini çok dolu sandığınız o bakışlarınız!! Ben onların ne kadar sığ ve boş olduğunu görebiliyorum. Gözlerinizdeki o boşluğu saklayabileceğinizi sanmak, hahah, ne acı. Bana çok bilen havalarında gelip dün akşam ekşi'de okuduğunuz haberleri satmaya çalışmanız… Gözümde değerinizi anlatmaya yeticek bir değersizlik ölçütü henüz bulunamadı.
Gülüyorum içimden siz konuşurken öylesine gülüyorum ki, ne kadar iyi oyuncu olduğuma şaşırırsınız, yüzümde ifadesiz sizi dinliyor olurum çünkü eş zamanlı olarak. Bu sığlığa bu kendini bilmez yorumlara gülünür sadece. Karşındakini hiç bişi bilmiyor yerine koymak, hahahahh, gülünür buna sağlam gülünür... Çoğu zaman dışımdan da gülmeye başlıyorum, çok hoşlarına gidiyor, söyledikleri sözlere, olaylara gülüyorum sanıyorlar. Zavallılar. Ben size gülüyorum, saflığınıza, sığlığınıza...
Evet sizlere idiotik travmatik vakalar!!! Size hayatımda hiç bir komedi filmine gülmediğim kadar çok gülüyorum. İşte bu yüzden beni çoğunlukla gülerken görmeniz normal... Neye güldüğümü tahmin edin bakalım!!!
öylesine kelamlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öylesine kelamlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Mart 2010 Cumartesi
24 Mart 2010 Çarşamba
purple tear drops of whom?
Academic Dress
In the French academic dress system, the five traditional fields of study (Arts, Science, Medicine, Law and Divinity) are each symbolized by a distinctive color, which appears in the academic dress of the people who graduated in this field. Purple (usually a hue close to Royal Purple) is the distinctive color for Divinity. It is also worn by high academic officials (University President, Head of Faculty, Rector, etc.) regardless of the field in which they graduated.
Calendars
Purple is associated with Saturday on the Thai solar calendar. Anyone may wear purple on Saturdays and anyone born on a Saturday may adopt purple as their color.
Cultural Associations
In Japan, purple is known as the color of death.
History
Byzantine empresses gave birth in the Purple Chamber of the palace of the Byzantine Emperors. Therefore, being named Porphyrogenitus ("born to the purple") marked a dynastic emperor as opposed to a general who won the throne by his effort.
Holocaust
The purple triangle was a Nazi concentration camp badge used by the Nazis to identify several un-orthodox non-conformist religious groups known as Bibelforscher.
Music
"Purple Haze" is one of the most popular songs by Jimi Hendrix.
"Start Wearing Purple" is a song by Gogol Bordello.
Parapsychology
People with purple auras are said to have a love of ritual and ceremony
Science fiction
In the Star Trek universe, Klingons have purple blood
Sexuality
Today the color purple is also known as a "pride" color among the gay and BDSM community and the purple hand is an LGBT symbol
In the French academic dress system, the five traditional fields of study (Arts, Science, Medicine, Law and Divinity) are each symbolized by a distinctive color, which appears in the academic dress of the people who graduated in this field. Purple (usually a hue close to Royal Purple) is the distinctive color for Divinity. It is also worn by high academic officials (University President, Head of Faculty, Rector, etc.) regardless of the field in which they graduated.
Calendars
Purple is associated with Saturday on the Thai solar calendar. Anyone may wear purple on Saturdays and anyone born on a Saturday may adopt purple as their color.
Cultural Associations
In Japan, purple is known as the color of death.
History
Byzantine empresses gave birth in the Purple Chamber of the palace of the Byzantine Emperors. Therefore, being named Porphyrogenitus ("born to the purple") marked a dynastic emperor as opposed to a general who won the throne by his effort.
Holocaust
The purple triangle was a Nazi concentration camp badge used by the Nazis to identify several un-orthodox non-conformist religious groups known as Bibelforscher.
Music
"Purple Haze" is one of the most popular songs by Jimi Hendrix.
"Start Wearing Purple" is a song by Gogol Bordello.
Parapsychology
People with purple auras are said to have a love of ritual and ceremony
Science fiction
In the Star Trek universe, Klingons have purple blood
Sexuality
Today the color purple is also known as a "pride" color among the gay and BDSM community and the purple hand is an LGBT symbol
15 Şubat 2010 Pazartesi
hayat
hayat
beni rahat bırak
uzak
herkesten çok uzak
her seferinde ayağımı çelme
üstüme daha fazla gelme
tüm seçeneklerimi yok edip
çemberin içine beni tutsak etme
tuzak
hayal artık kaçmak
tutsak
hayaller burda yasak
aldattım seni derken pişti oldum ben
istemediğim hallere düştüm ben
tesadüflere hiç inanmam ama
her seferinde ağına takıldım ben
hayat
beni rahat bırak
hayat
yeter yoruldum bak
by BDBŞ
beni rahat bırak
uzak
herkesten çok uzak
her seferinde ayağımı çelme
üstüme daha fazla gelme
tüm seçeneklerimi yok edip
çemberin içine beni tutsak etme
tuzak
hayal artık kaçmak
tutsak
hayaller burda yasak
aldattım seni derken pişti oldum ben
istemediğim hallere düştüm ben
tesadüflere hiç inanmam ama
her seferinde ağına takıldım ben
hayat
beni rahat bırak
hayat
yeter yoruldum bak
by BDBŞ
10 Şubat 2010 Çarşamba
SOGLA (cont'd)
Evet efenim bugün de bir başka eğitim silsilesiyle tokat yemiş gibi eve döndüm. Zaten gece geç yatma huyum olduğundan sabah erken kalktığım için sabah afyon yüklü olarak kapıdan çıktım. Gittiğimde hala insanları iki görüyordum hatta bir gün önce söz verdiğim poğaçaları unutup giderek Oytun ve Emin Beyleri hayal kırıklığına uğrattım. Ama ben kendimi zor attım buna bile sevinmiştim bundan fazlası benim için insan ötesi bir efor olacaktı.
Neyse saat 9da baslayan eğitimler bugun yine koçluk üzerine idi. Timur Bey koçluk üzerine konuştukça aklımdaki şeyler daha fazla şekillenmeye ve oturmaya başladı. Hatta aslında benim bir hayat amacım bile varmış, Timur Bey'in kısacık bir koçluk simulasyonundan sonra bunu farkettim, açıkcası sevindim. Hayat amacım var yuhu yuhu diyecek kadar evet!!!
Saat 5te biten eğitimden sonra destek grubu olarak seçilen Dijital Servis Timi (sanırım böyleydi ismi :S)olarak 7 kişi toplandık. 4 kişi bilgisayar mühendisi olunca onlar aldılar ellerine sazı söylediler de söylediler ben de böyle durumlarda en iyi yaptığım şeyi icra ettim: dinledim. Heyhat dinledikçe ne kadar az bildiğimin farkına vardım, keza öğrenmek için hiçbir zaman bir çabam da olmadı ama bilgisayar çağı olarak adlandırılan bir çağda yaşarken bundan bihaber olmak da canımı sıkmadı değil. Öğrenmenin yaşı ve yeri yoktur efenim, bu grup sayesinde belki bişiler kaparım.
Eeee peki sen ne diye bu gruptasın hiç bir işe yaramayacaksan diye düşünmeniz şu durumda çok normal. Benim görevim de en iyi bildiğim işi yapmak: blogda yazmak!
Sosyal girişimciliği insanlara anlatmak ve yaymak için yapabileceğim katkı sağlayabileceğim en iyi araç yazı ve bunun en etkin kolu da internet. Dolayısıyla bundan sonra daha sık ve daha çok yazar olacağım. Hiç şikayetim yok çünkü ben kendimi yaza yaza buluyorum, hayatımı yaza yaza tekrar yaşıyorum, yazarak da çevremi anlamaya çalışıyorum. Sogla için de yazarken, yaza yaza Soglayı anlayacağım ve insanlara anlatmaya çalışacağım.
Yazacağım dostum hem de iliklerime kadar, hiç olmadığım kadar...
Neyse saat 9da baslayan eğitimler bugun yine koçluk üzerine idi. Timur Bey koçluk üzerine konuştukça aklımdaki şeyler daha fazla şekillenmeye ve oturmaya başladı. Hatta aslında benim bir hayat amacım bile varmış, Timur Bey'in kısacık bir koçluk simulasyonundan sonra bunu farkettim, açıkcası sevindim. Hayat amacım var yuhu yuhu diyecek kadar evet!!!
Saat 5te biten eğitimden sonra destek grubu olarak seçilen Dijital Servis Timi (sanırım böyleydi ismi :S)olarak 7 kişi toplandık. 4 kişi bilgisayar mühendisi olunca onlar aldılar ellerine sazı söylediler de söylediler ben de böyle durumlarda en iyi yaptığım şeyi icra ettim: dinledim. Heyhat dinledikçe ne kadar az bildiğimin farkına vardım, keza öğrenmek için hiçbir zaman bir çabam da olmadı ama bilgisayar çağı olarak adlandırılan bir çağda yaşarken bundan bihaber olmak da canımı sıkmadı değil. Öğrenmenin yaşı ve yeri yoktur efenim, bu grup sayesinde belki bişiler kaparım.
Eeee peki sen ne diye bu gruptasın hiç bir işe yaramayacaksan diye düşünmeniz şu durumda çok normal. Benim görevim de en iyi bildiğim işi yapmak: blogda yazmak!
Sosyal girişimciliği insanlara anlatmak ve yaymak için yapabileceğim katkı sağlayabileceğim en iyi araç yazı ve bunun en etkin kolu da internet. Dolayısıyla bundan sonra daha sık ve daha çok yazar olacağım. Hiç şikayetim yok çünkü ben kendimi yaza yaza buluyorum, hayatımı yaza yaza tekrar yaşıyorum, yazarak da çevremi anlamaya çalışıyorum. Sogla için de yazarken, yaza yaza Soglayı anlayacağım ve insanlara anlatmaya çalışacağım.
Yazacağım dostum hem de iliklerime kadar, hiç olmadığım kadar...
9 Şubat 2010 Salı
SOGLA
Yeni daha neler girebilir hayatıma ufacık dünyama derken bir başka güzel ve yeni bir ufuk belirdi karşımda. Hep diyorum ya hem mecazi hem gerçek anlamda dünya ne kadar da küçük.(biraz da marazi ama bunun konumla ilgisi yok!)Kendi dünyanın küçük lideri iken bir bakıyorsun ki sen bir hiçsin karşında koca bir buzdağı (bugünkü eğitimden aklımda kaldı). Küçük dünyanın Küçük Prens'isin aslında bikaç tilki evcilleştirmişsin, ya da birkaç baobap budamışsın...
Uzun zaman önce ani bir kararla hayatıma giren SOGLA (Sosyal Girişimci Genç Liderler Akademisi) bana bu küçük dünyamdaki yeri gösterip tahtımı salladı, biraz afallamamak elde değil. Zira küçük dağlarımı ben yaratmıştım, küçük akarsularımın hakimi bendim. Ama şimdi gördüm ki dünyayı büyütmek benim elimde, büyütmek ve güzelleştirmek, hem kendi varlığıma hem de çevremdekilerin varlığına anlam katmak (varlığım Türk varlığına armağan olsun :D).
Bugün ilk eğitim günümüzdü. Eğitimler sabah 9da başlayıp akşam 7de bitti! Çok yüklü bir gündü hele tatil sonrası herkes kepenkleri kapatıp tasını tarağını toplamışken birden ani bir dönüş sarstı herkesi. Koçluk üzerine Timur Tiryaki'yi dinledik uzunca bir zaman. Ardından saat 5ten sonra Erol Bilecik girişimcilik üzerine çok nefis bir sunum yaptı, aslında kendi hikayesini anlattı, biz de hayranlıkla dinledik.
Neyse bu afallama durumuma geri dönersem bence kimse belli etmek istemiyordu fakat herkeste aynı rahatsızlık vardı. Herkeste küçük dünyalarından çıkmanın sıkıntısı, çekingenliği ve heyecanı vardı. Kimi belli etti kimi çok iyi kamufle etti. Hani bir şarkı vardır ya gözler kalbinin aynasıdır, nerden aklıma geldi, şöyle her şeyi kamufle edip saklayabilirsin ama gözlerin her şeyi anlatıverir sen sözcüklere dökmeden. Bugünkü olayda buydu. Gözlerde heyecan ve huzursuzluk...
Bakalım gelecek günlerde gözlerden neler okuyacağım...
Uzun zaman önce ani bir kararla hayatıma giren SOGLA (Sosyal Girişimci Genç Liderler Akademisi) bana bu küçük dünyamdaki yeri gösterip tahtımı salladı, biraz afallamamak elde değil. Zira küçük dağlarımı ben yaratmıştım, küçük akarsularımın hakimi bendim. Ama şimdi gördüm ki dünyayı büyütmek benim elimde, büyütmek ve güzelleştirmek, hem kendi varlığıma hem de çevremdekilerin varlığına anlam katmak (varlığım Türk varlığına armağan olsun :D).
Bugün ilk eğitim günümüzdü. Eğitimler sabah 9da başlayıp akşam 7de bitti! Çok yüklü bir gündü hele tatil sonrası herkes kepenkleri kapatıp tasını tarağını toplamışken birden ani bir dönüş sarstı herkesi. Koçluk üzerine Timur Tiryaki'yi dinledik uzunca bir zaman. Ardından saat 5ten sonra Erol Bilecik girişimcilik üzerine çok nefis bir sunum yaptı, aslında kendi hikayesini anlattı, biz de hayranlıkla dinledik.
Neyse bu afallama durumuma geri dönersem bence kimse belli etmek istemiyordu fakat herkeste aynı rahatsızlık vardı. Herkeste küçük dünyalarından çıkmanın sıkıntısı, çekingenliği ve heyecanı vardı. Kimi belli etti kimi çok iyi kamufle etti. Hani bir şarkı vardır ya gözler kalbinin aynasıdır, nerden aklıma geldi, şöyle her şeyi kamufle edip saklayabilirsin ama gözlerin her şeyi anlatıverir sen sözcüklere dökmeden. Bugünkü olayda buydu. Gözlerde heyecan ve huzursuzluk...
Bakalım gelecek günlerde gözlerden neler okuyacağım...
19 Ocak 2010 Salı
gizliden
rüyamda saklıyayım seni
şarkılarla sarayım
sigaramı sarayım seni
yaşlarla akıtayım
görmemiş ol beni sokakta
dün cafede yoktum ben aslında
ne de gecenlerde metroda
ne de sabahki vapurda
ne sen gel de
gelmeyeyim ben de
yüzünü görmeyeyim
gizliden seni seveyim
by BDBŞ
şarkılarla sarayım
sigaramı sarayım seni
yaşlarla akıtayım
görmemiş ol beni sokakta
dün cafede yoktum ben aslında
ne de gecenlerde metroda
ne de sabahki vapurda
ne sen gel de
gelmeyeyim ben de
yüzünü görmeyeyim
gizliden seni seveyim
by BDBŞ
12 Ocak 2010 Salı
Demlenmiş çay kokulu yazı
Sabah kalkılır eline şöyle ince belli bardaktan, tavşan kanı, sıcacık dumanı tüten mis gibi yeni demlenmiş bir çay....
Ohh ohh efendim içim ısındı. Ah onun içimi ne güzel olur, akarken yavaş yavaş her adımda yeni duygular uyandıran bir yolculuk sanki. Abartmıyorum yahu, severim ben çayı, çay içenleri...
Çay içenlerin muhabbeti de bi güzel olur, bizdendir sanki, samimi. Temizdir duyguları ne düşündüğü söyleyiverir çayını yudumlarken bilir nasıl olsa karşısındaki yatışmıştır her yudumla biraz daha sıcacık çayla.
Ahh hele Bebek Kahve'deysen verdiğin paranın üstüne hakkını çıkara çıkara içersin. Gerçi o manzaraya ayıp etmek olur aksi durumlar da.
Bir de evde canım evimde annemin elinden içtiğim çayın tadı yoktur hiç bir yerde. Mutfağa adımımı atar atmaz kendime gelir, mis gibi kokuyu içime çeker, bir daha öperim annemin pamuk yanaklarından. Annem genellikle şaşırır.Zira sabahları ters olurum genelde, ama çayla yumuşadığımı evcilleştiğimi o da çözdü yıllar sonra...
Efendim hele yanında güzel bir pazar gazetesi, ya da okumaya doyamadığım tekrar tekrar okuyabileceğim kitaplardan biri, ya da annemin ve babamın tatlı tatlı atışmaları varsa o çay benim cennetten gelen kutsal suyum olur..
A şimdi şöyle bir gelenek var çay seven kahve içmez, kahve içen çay içmez diye. Halt etmiş onlar üstüne bir de b.k yemişler. Ben içerim ikisini de tabii çayın yeri her zaman farklıdır. Ama şöyle de bir gerçeklik vardır, çayı güzel yapan aynı zamanda yanındaki hoş sohbet, doyulmaz huzur anlarıdır.
Neyse bi ara çayla birlikte yenilebilecek ya da okunabilecekler listesi yapmak lazım. Aklıma düştü şimdi... Gevrek, peynir ve çay... Neyse onu sonraya saklıyayım, ben çayımı soğutmayayım...
Ohh ohh efendim içim ısındı. Ah onun içimi ne güzel olur, akarken yavaş yavaş her adımda yeni duygular uyandıran bir yolculuk sanki. Abartmıyorum yahu, severim ben çayı, çay içenleri...
Çay içenlerin muhabbeti de bi güzel olur, bizdendir sanki, samimi. Temizdir duyguları ne düşündüğü söyleyiverir çayını yudumlarken bilir nasıl olsa karşısındaki yatışmıştır her yudumla biraz daha sıcacık çayla.
Ahh hele Bebek Kahve'deysen verdiğin paranın üstüne hakkını çıkara çıkara içersin. Gerçi o manzaraya ayıp etmek olur aksi durumlar da.
Bir de evde canım evimde annemin elinden içtiğim çayın tadı yoktur hiç bir yerde. Mutfağa adımımı atar atmaz kendime gelir, mis gibi kokuyu içime çeker, bir daha öperim annemin pamuk yanaklarından. Annem genellikle şaşırır.Zira sabahları ters olurum genelde, ama çayla yumuşadığımı evcilleştiğimi o da çözdü yıllar sonra...
Efendim hele yanında güzel bir pazar gazetesi, ya da okumaya doyamadığım tekrar tekrar okuyabileceğim kitaplardan biri, ya da annemin ve babamın tatlı tatlı atışmaları varsa o çay benim cennetten gelen kutsal suyum olur..
A şimdi şöyle bir gelenek var çay seven kahve içmez, kahve içen çay içmez diye. Halt etmiş onlar üstüne bir de b.k yemişler. Ben içerim ikisini de tabii çayın yeri her zaman farklıdır. Ama şöyle de bir gerçeklik vardır, çayı güzel yapan aynı zamanda yanındaki hoş sohbet, doyulmaz huzur anlarıdır.
Neyse bi ara çayla birlikte yenilebilecek ya da okunabilecekler listesi yapmak lazım. Aklıma düştü şimdi... Gevrek, peynir ve çay... Neyse onu sonraya saklıyayım, ben çayımı soğutmayayım...
28 Temmuz 2009 Salı
DEDİKODU
Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?
ORHAN VELİ KANIK
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?
ORHAN VELİ KANIK
22 Nisan 2009 Çarşamba
hayat bilgisi .2.
sen ne kadar zorlasan da olmaz dedim ya daha önce; bazen sen bişi yapmasan da olur olacak olanlar. sen beklemesen de gelir seni bulur sana yeni kapılar açan asma kilit, bu kez anahtarı sen de olmamasıdır tek farkı...
25 Şubat 2009 Çarşamba
zeybek yemini
kızanlıktan zeybekliğe geçiş, özel bir törenle gerçekleşir. zeybek kültüründe kutsal sayılan tehnel ağacına (defne) sapladıkları bir yatağan (büyük bıçak pala) önünde yemin edilir. bu yemine zeybek yemini denilir. kızanlar bu yeminin ardından yatağanın altından üç kez geçerek, zeybekliğe ilk adımı atarlar.
yemin aynen şöyledir.
- kızanlar! bu dağların sahibi kim?
- erimiz!
- yiğidi kim?
- efemiz!
- susuz derelerde kavak biter mi?
- bitmez!
- bitkisiz diyarlarda duman tüter mi?
- tütmez!
- yiğit kime derler?
- sözünde durup efesiyle ölene.
- korkak kime derler?
- sözünden dönen aman dileyene.
- insan dünyaya niçin gelir?
- ölmek için.
- doğup da ölmekten kuşkulanan bebeler...
- dertlenip hortlamaya!
- varyemezlere acımak mı yoksa dayak mı haktır?
- dayak haktır!
- yiğitlerde ne yoktur?
- merhamet
- korkaklar zeytini nerede döverler?
- ağaç dibekte!
- yiğitler yağı nerede kavururlar?
- zalim göbeğinde!
- sözünde durmayan kahpe bacının öz kızanı olsun mu?
- olsun!
- şu dualı yatağan böğrüne batsın mı?
- batsın!
- doğru söylediğinize nasuh tövbesi olsun mu?
- olsun!
yemin aynen şöyledir.
- kızanlar! bu dağların sahibi kim?
- erimiz!
- yiğidi kim?
- efemiz!
- susuz derelerde kavak biter mi?
- bitmez!
- bitkisiz diyarlarda duman tüter mi?
- tütmez!
- yiğit kime derler?
- sözünde durup efesiyle ölene.
- korkak kime derler?
- sözünden dönen aman dileyene.
- insan dünyaya niçin gelir?
- ölmek için.
- doğup da ölmekten kuşkulanan bebeler...
- dertlenip hortlamaya!
- varyemezlere acımak mı yoksa dayak mı haktır?
- dayak haktır!
- yiğitlerde ne yoktur?
- merhamet
- korkaklar zeytini nerede döverler?
- ağaç dibekte!
- yiğitler yağı nerede kavururlar?
- zalim göbeğinde!
- sözünde durmayan kahpe bacının öz kızanı olsun mu?
- olsun!
- şu dualı yatağan böğrüne batsın mı?
- batsın!
- doğru söylediğinize nasuh tövbesi olsun mu?
- olsun!
19 Şubat 2009 Perşembe
in your eyes...
fonda bir başka şarkı, aklımda bir başka düşünce olması gerekir belki de ama yok...boş...tamamen boş...
Missed the last train home
birds pass by to tell me
that I'm not alone
well I'm pushing myself
to finish this part
I can handle a lot
but one thing I'm missing is in your eyes
have you seen this film
it reminds me of walking through the avenues
well I'm washing my hands of attachments,
yeah I will land on the ground
but one thing I’m missing is in your eyes
by Rogue Wave...
Missed the last train home
birds pass by to tell me
that I'm not alone
well I'm pushing myself
to finish this part
I can handle a lot
but one thing I'm missing is in your eyes
have you seen this film
it reminds me of walking through the avenues
well I'm washing my hands of attachments,
yeah I will land on the ground
but one thing I’m missing is in your eyes
by Rogue Wave...
25 Kasım 2008 Salı
mayoz mu mitoz mu....
Müjdenin iletisi yeni bir tartışmayı beraberinde getirir...
...Hatalar mayoz bölünürmüş...
''cap ou pas cap'':
mitoz bolunuo olmasın bizim hayatta
MüJde ( ):
çok kolay çabuk ve hızlı dağılıyolar ve hiçbiri diğerine benzemiyo
MüJde ( ):
bence mayoz
''cap ou pas cap'':
ama ondan izler tasıo
''cap ou pas cap'':
aynı hatalar deil zaten birbirine cok benzeyen hatalar
''cap ou pas cap'':
birbirinin parcası hatalar
''cap ou pas cap'':
birleşince yeni sonuçlar doguran hatalar
''cap ou pas cap'':
mitoz bence
MüJde (..):
tartışılası
''cap ou pas cap'':
ewet boş bi vakitte uzun uzun konuşulası
...Hatalar mayoz bölünürmüş...
''cap ou pas cap'':
mitoz bolunuo olmasın bizim hayatta
MüJde ( ):
çok kolay çabuk ve hızlı dağılıyolar ve hiçbiri diğerine benzemiyo
MüJde ( ):
bence mayoz
''cap ou pas cap'':
ama ondan izler tasıo
''cap ou pas cap'':
aynı hatalar deil zaten birbirine cok benzeyen hatalar
''cap ou pas cap'':
birbirinin parcası hatalar
''cap ou pas cap'':
birleşince yeni sonuçlar doguran hatalar
''cap ou pas cap'':
mitoz bence
MüJde (..):
tartışılası
''cap ou pas cap'':
ewet boş bi vakitte uzun uzun konuşulası
13 Kasım 2008 Perşembe
selam olsun
hey hayata yine hey hey....
var olduğum güne...
yok olup olup tekrar var olduğum günlere....
güneşe, yağmura, buluta, rüzgara...
denize, çiğe, henüz yağmamış kara...
yastığıma, yorganıma, yataktaki sıcaklığa...
hayallerime, rüyalarıma, kabuslarıma...
yeni gelenlerle dolup hep sızlayan beynime...
yeni gidenlerle boşalıp hep sızlayan kalbime...
herkese hey hey...
en çok da kendime...
toy ama olgun bedenime...
var olduğum güne...
yok olup olup tekrar var olduğum günlere....
güneşe, yağmura, buluta, rüzgara...
denize, çiğe, henüz yağmamış kara...
yastığıma, yorganıma, yataktaki sıcaklığa...
hayallerime, rüyalarıma, kabuslarıma...
yeni gelenlerle dolup hep sızlayan beynime...
yeni gidenlerle boşalıp hep sızlayan kalbime...
herkese hey hey...
en çok da kendime...
toy ama olgun bedenime...
15 Ekim 2008 Çarşamba
ontology- epistemology
Sen: Denizatı…
Seni tanımak… seni anlamak … seni sevmek… bazen gülmek bazen ağlamak… ya içinde ya dışında… var olmak ya da gölge… unutmak kalpten ya da sarılmak sıkı sıkıya… kalp sızısıyla dertlenmek karın ağrısıyla gülmek…
Bir albino geçer belki gölgesiyle çapraşık, belki bir deve cüceyle barışık. Ne olursa ki varlığına karşıtlık, sen varsın hepsine karşılık…
Sen Denizatısın… buluşma noktası… çarpışma noktası… sen teksin bir başkası yok… her şeyin zıttı var… ama Denizatının yok…
Ben: Midilli…
Bir ismim daha olsun isterdim bir başka cismim… Bir başka hayat bir başka seçim… Sabiti olanlardansın deneysel hayatımın, demsiz zamanlarımın…Anahtarlar asma kilitler kayıp hayatımda… Açmak için geriye dönemem dar zamanımda... Gelecektedir belki cevaplar aradığım… Katık yapmak için ruhuma…
Büyümekteyim hala, öğrenmekteyim… Zira çok toyum, beceriksizim… Umudum var ama hala… gelir belki geç de olsa ilk cemre... canlandırmaya…uyandırmaya… Ellerim cebimde… Gözlerim ufukta… Med-cezirler bir durulsa… Bi durulsa... Yardımın çok gerek bana... Acele hayatımda… Zira denizde hızlı hareket edemem… bir Denizatı lazım bana…
Biz: Buyuz…
İleride ne var…bilmemek mi bizi cezbeden yoksa bilememek mi… nabız atışlarıyla var olmak hayatımız… düzenli atışlara bağlanmış… ne bir eksik ne bir fazla… durmadan ve nefes almadan…
Dolu dolu yaşıyoruz ya biz de bu yüzden… ne bir eksik ne bir fazla… kadehe dalıyoruz bazen… bazen sayfalara…bazen konuşmaya…bazen sukuta…unutmuyoruz geçmişi…yad etmek şöyle dursun…parola belli Arkana Bakma Taş Olursun… neler var daha açılmadık bekleyen bizi köşe başında…pandoranın kutusunda… ama seviyoruz bu hayatı… bu “ıssız” dünyayı… zira sahipleniyoruz böylelikle…
Çok şey var kanımızdan alınmadık… İçimizden çalınmadık…koruduk yok pahasına… anam avradım olsun almaya çalışana bir de vururum hepimiz adına…
Seni tanımak… seni anlamak … seni sevmek… bazen gülmek bazen ağlamak… ya içinde ya dışında… var olmak ya da gölge… unutmak kalpten ya da sarılmak sıkı sıkıya… kalp sızısıyla dertlenmek karın ağrısıyla gülmek…
Bir albino geçer belki gölgesiyle çapraşık, belki bir deve cüceyle barışık. Ne olursa ki varlığına karşıtlık, sen varsın hepsine karşılık…
Sen Denizatısın… buluşma noktası… çarpışma noktası… sen teksin bir başkası yok… her şeyin zıttı var… ama Denizatının yok…
Ben: Midilli…
Bir ismim daha olsun isterdim bir başka cismim… Bir başka hayat bir başka seçim… Sabiti olanlardansın deneysel hayatımın, demsiz zamanlarımın…Anahtarlar asma kilitler kayıp hayatımda… Açmak için geriye dönemem dar zamanımda... Gelecektedir belki cevaplar aradığım… Katık yapmak için ruhuma…
Büyümekteyim hala, öğrenmekteyim… Zira çok toyum, beceriksizim… Umudum var ama hala… gelir belki geç de olsa ilk cemre... canlandırmaya…uyandırmaya… Ellerim cebimde… Gözlerim ufukta… Med-cezirler bir durulsa… Bi durulsa... Yardımın çok gerek bana... Acele hayatımda… Zira denizde hızlı hareket edemem… bir Denizatı lazım bana…
Biz: Buyuz…
İleride ne var…bilmemek mi bizi cezbeden yoksa bilememek mi… nabız atışlarıyla var olmak hayatımız… düzenli atışlara bağlanmış… ne bir eksik ne bir fazla… durmadan ve nefes almadan…
Dolu dolu yaşıyoruz ya biz de bu yüzden… ne bir eksik ne bir fazla… kadehe dalıyoruz bazen… bazen sayfalara…bazen konuşmaya…bazen sukuta…unutmuyoruz geçmişi…yad etmek şöyle dursun…parola belli Arkana Bakma Taş Olursun… neler var daha açılmadık bekleyen bizi köşe başında…pandoranın kutusunda… ama seviyoruz bu hayatı… bu “ıssız” dünyayı… zira sahipleniyoruz böylelikle…
Çok şey var kanımızdan alınmadık… İçimizden çalınmadık…koruduk yok pahasına… anam avradım olsun almaya çalışana bir de vururum hepimiz adına…
14 Ekim 2008 Salı
serencam 1
Zaman: Dem...
Yine geldi o saatler. kelimelerin seslendiği saatler. gözlerimin yaşlara ayna olduğu. kalbimi cendereye ödünç verdiğim. aklımı dışarıdaki köpeklere yem ettiğim. herkesi daha az kendimi daha çok sevdiğim. kendimden başkasının olmadığı kendimde demlendiğim...
Yer: Kalem...
Kalemim mürekkebi çekti içine. kokusuna ortak oldu. vuslata doğru süzüldü. bir nokta koydu. bir resimdi ortaya çıkan noktalardan. zira çok tanınmadık değildi. azur bir mutsuzluk gözlerde. derin bir anlam onun da içinde. biri görür diye korktuğum. görür de onu da alır diye sakladığım içimde...
Kişi: Ben...
Kulaklarımda uğultu oysaki duymam gerek. daha öğreneceğim çok şey var. zira bu ruh toy daha. daha sürüneceğim çok yol var...
Yine geldi o saatler. kelimelerin seslendiği saatler. gözlerimin yaşlara ayna olduğu. kalbimi cendereye ödünç verdiğim. aklımı dışarıdaki köpeklere yem ettiğim. herkesi daha az kendimi daha çok sevdiğim. kendimden başkasının olmadığı kendimde demlendiğim...
Yer: Kalem...
Kalemim mürekkebi çekti içine. kokusuna ortak oldu. vuslata doğru süzüldü. bir nokta koydu. bir resimdi ortaya çıkan noktalardan. zira çok tanınmadık değildi. azur bir mutsuzluk gözlerde. derin bir anlam onun da içinde. biri görür diye korktuğum. görür de onu da alır diye sakladığım içimde...
Kişi: Ben...
Kulaklarımda uğultu oysaki duymam gerek. daha öğreneceğim çok şey var. zira bu ruh toy daha. daha sürüneceğim çok yol var...
22 Eylül 2008 Pazartesi
Mutluluk
İçimde kontrol edemediğim bir mutluluk var bugünlerde. Nedenini bilmiyorum, ne kadar sürecek bilmiyorum. Kalbimin atışlarını kulaklarımda duyuyorum, heyecanlı bir mutluluk çünkü bu. Devam etmesini diliyorum bütün kalbimle, uzun zamam oldu böyle zamansız mutlulukların var olmadığı hayatımda. Korkum da kalbimin yorulması. Zira kolay değil bu tempoyla çalışması sürekli. Alışkın değil bünye kaldıramaz bir süre sonra.
Ama şimdilik bu korkuları da itiyorum aklımdan. Mutlu olmak güzel. Hele sebepsiz mutlu olmak. Hey hey hey. Mutluluğumu tetikleyen bir şeyin olmadığını bilmek, var olmayan tetikleyicinin de hiçbir zaman kaybolmayacağının garantisi sanki.
İçelim o zaman sebepsiz deli saçması mutluluklarıma =))))
Ama şimdilik bu korkuları da itiyorum aklımdan. Mutlu olmak güzel. Hele sebepsiz mutlu olmak. Hey hey hey. Mutluluğumu tetikleyen bir şeyin olmadığını bilmek, var olmayan tetikleyicinin de hiçbir zaman kaybolmayacağının garantisi sanki.
İçelim o zaman sebepsiz deli saçması mutluluklarıma =))))
22 Mayıs 2008 Perşembe
Yazmasam delirecektim!!!
''cap ou pas cap'':
tek özleyen sen değilsin
MüJde:
ben kayboldum zaten bende
''cap ou pas cap'':
senleyim, şansımız artmış
MüJde:
bulabilsem bi kendimi
''cap ou pas cap'':
kaybolursam ...
MüJde:
diğer beni arayacağım başka bedende
MüJde:
bulabilsem bi türlü bulamasam başka türlü
''cap ou pas cap'':
bulursan göster göremezsen unut
MüJde:
unut demek kolay
MüJde:
söz dinlemeyen asi bir ruha ne diyebilirsin ki
MüJde:
en iyisi ıslahtan ziyade
MüJde:
eğitmek aşkı düzgün öğretmektir bu hoyrat yüreğime
''cap ou pas cap'':
asilik ruhta değil sözlerde cevabın kaosun dili misali
MüJde:
oyhhh
MüJde:
bittiiim andır
....
MüJde:
kelebekleri vurmak gelmezdi içimden hiç
MüJde:
bu kadar düşman olmam nedendir
MüJde:
kelebeğin ömrü ne kadar ki zaten
MüJde:
nedir bu düşmanlık
MüJde:
anlasam
''cap ou pas cap'':
kime neye olduğunu bilmemendir senii düşman yapan her şeye hatta kendine bile
MüJde:
hata hata hata her yerde
MüJde:
doğru kimde nerde
MüJde:
bende değil o bi kesin de
''cap ou pas cap'':
senin kendine bile uzak olmandır hata yaptığı düşündüren yaptığının hata değil seni sen yapanın olduğunu bilemmendir
MüJde:
oy oy oy
MüJde:
yavaş gel bee
MüJde:
''cap ou pas cap'':
bugün cok pis yazasım var
''cap ou pas cap'':
rapor yazıyom ya edebileştim
MüJde:
yaz yaz
''cap ou pas cap'':
yazmasam delirecektim!!!
tek özleyen sen değilsin
MüJde:
ben kayboldum zaten bende
''cap ou pas cap'':
senleyim, şansımız artmış
MüJde:
bulabilsem bi kendimi
''cap ou pas cap'':
kaybolursam ...
MüJde:
diğer beni arayacağım başka bedende
MüJde:
bulabilsem bi türlü bulamasam başka türlü
''cap ou pas cap'':
bulursan göster göremezsen unut
MüJde:
unut demek kolay
MüJde:
söz dinlemeyen asi bir ruha ne diyebilirsin ki
MüJde:
en iyisi ıslahtan ziyade
MüJde:
eğitmek aşkı düzgün öğretmektir bu hoyrat yüreğime
''cap ou pas cap'':
asilik ruhta değil sözlerde cevabın kaosun dili misali
MüJde:
oyhhh
MüJde:
bittiiim andır
....
MüJde:
kelebekleri vurmak gelmezdi içimden hiç
MüJde:
bu kadar düşman olmam nedendir
MüJde:
kelebeğin ömrü ne kadar ki zaten
MüJde:
nedir bu düşmanlık
MüJde:
anlasam
''cap ou pas cap'':
kime neye olduğunu bilmemendir senii düşman yapan her şeye hatta kendine bile
MüJde:
hata hata hata her yerde
MüJde:
doğru kimde nerde
MüJde:
bende değil o bi kesin de
''cap ou pas cap'':
senin kendine bile uzak olmandır hata yaptığı düşündüren yaptığının hata değil seni sen yapanın olduğunu bilemmendir
MüJde:
oy oy oy
MüJde:
yavaş gel bee
MüJde:
''cap ou pas cap'':
bugün cok pis yazasım var
''cap ou pas cap'':
rapor yazıyom ya edebileştim
MüJde:
yaz yaz
''cap ou pas cap'':
yazmasam delirecektim!!!
10 Mayıs 2008 Cumartesi
nedir insanların benden çektikleri!!!
Son yolculuğumda farkettim ki bende var olan ve yenmesini asla beceremeyeceğim bir önyargı sistemi var, gördüğüm insanlara karşı oluşturduğum. Bu öyle aman bu zengin, bu ezik, bu inek, bu köylü gibi basit bir taksonomi değil, daha detaylı ve gözleme dayalı... Birbirinin aynısı gibi gözüken fakat detaylara indikçe değişen, bireyselleşen özellikleriyle bir gruplandırma... Böyle anlatınca sanki çok uzun ve zor bişi gibi duruyor ama değil, sadece bazı şeylere dikkatli bakmak ve nasıl bakacağını bilmekte saklı önemli olan noktalar. Kimse insanlar biletlerini nasıl uzatıyor diye bakmaz insanlara ya da muavinden bişi rica ederken yüzünün ne hal aldığıyla ilgilenmez. Benim becerim sadece insanlara baktığımda bir-iki saniye içinde insanların davranışlarındaki detayları görebiliyor olmam...
Daha otobüse binmeden bir önyargıyla başlıyorum yolculuğuma bazen, otobüsün modelinden! Modele bakarak yolculuğun iyi geçip geçmeyeceğine karar veriyorum, güzel geçecekse bile ben kötü geçeceğine karar verdiğim için kötü gitmesine koşullanıyor sanki ve tahmin edin yolculuğun akıbetini...
Onlarca otobüse bindim bu yaşıma kadar, yüzlerce insan "tanıdım". Niye belirttim bu kelimeyi? Çünkü... evet kendimce tanıdım, tanımaya çalıştım yollarda insanları. Onları kah uykularında gördüm, kah yemek yerken kah televizyonu dikkatle izlerken. Ya da bilgisayarıyla uğraşırken ya da bir kitap veya dergi okurken...
Onlar hep farklı uğraşlarla yollardaydılar bense hep aynı önyargıyla oradaydım. Her gördüğüm insana yakıştırdığım bir sıfat vardı nasıl olsa. Oysaki o insanların hiçbirini tanımıyorum. Dış görüntüleriyle tasarladığım kalıplara oturtup daha sonra inceleyerek nasıl birileri olduğunu anlamaya çalışıyorum. Şimdi böyle anlatınca bütün yolculuk boyunca milleti dikizliyormuşum gibi anlaşılabilinir ama öyle değil. Onları saatlerce incelemek değil, benim bahsettiğim şey şu ki, bir insanı ilk gördüğümde bir kalıba oturtuyorum, tiki, çok bilmiş çocuk, ters amca, dedikoducu teyze falan filan.. İkinci basamak ise onların otobüs içindeki davranışlarına göre nasıl insanlar olabileceğini tahmin etmek ve bu insanlara karşı bazen sahip olduğum önyargılar..
Mesela son yolculuğumda, Ankara'dan İstanbul'a gelirken, yanımda bütün yolculuk boyunca uyuyan bir kız vardı. Onu görünce ilk edindiğim izlenim çok sessiz ve içine kapanık biri olduğuydu... Bu önyargıyla başladı yolculuğumuz... Otobüse bindiğimiz andan itibaren uyuyan bu üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm kız, İstanbul'a yakınlaşınca uyandı ve kitap okumaya başladı, kitap kendini gerçekleştirme ve kendini tanıma üzerineydi bu önyargımı daha da güçlendirdi. Kitabı zevkle okumadığını görmek sanki onu zorla başka birilerinin zoruyla okuyormuş izlenimine kapılmama neden oldu. Kitabı tutuşundaki ellerinin isyanı buna bir kanıttı sanki, kitabı kavrayarak değil sanki her an elinden düşecekmiş gibi, isteksizce tutuyordu sanki.
Şimdi düşümdümde otobüse binmeden önce bir uyku ilacı alsam iyi olacak. Yolculuklarda uyuyamamak akıl sağlığım için pek hayırlı olmayacak anlaşılan!!!
Daha otobüse binmeden bir önyargıyla başlıyorum yolculuğuma bazen, otobüsün modelinden! Modele bakarak yolculuğun iyi geçip geçmeyeceğine karar veriyorum, güzel geçecekse bile ben kötü geçeceğine karar verdiğim için kötü gitmesine koşullanıyor sanki ve tahmin edin yolculuğun akıbetini...
Onlarca otobüse bindim bu yaşıma kadar, yüzlerce insan "tanıdım". Niye belirttim bu kelimeyi? Çünkü... evet kendimce tanıdım, tanımaya çalıştım yollarda insanları. Onları kah uykularında gördüm, kah yemek yerken kah televizyonu dikkatle izlerken. Ya da bilgisayarıyla uğraşırken ya da bir kitap veya dergi okurken...
Onlar hep farklı uğraşlarla yollardaydılar bense hep aynı önyargıyla oradaydım. Her gördüğüm insana yakıştırdığım bir sıfat vardı nasıl olsa. Oysaki o insanların hiçbirini tanımıyorum. Dış görüntüleriyle tasarladığım kalıplara oturtup daha sonra inceleyerek nasıl birileri olduğunu anlamaya çalışıyorum. Şimdi böyle anlatınca bütün yolculuk boyunca milleti dikizliyormuşum gibi anlaşılabilinir ama öyle değil. Onları saatlerce incelemek değil, benim bahsettiğim şey şu ki, bir insanı ilk gördüğümde bir kalıba oturtuyorum, tiki, çok bilmiş çocuk, ters amca, dedikoducu teyze falan filan.. İkinci basamak ise onların otobüs içindeki davranışlarına göre nasıl insanlar olabileceğini tahmin etmek ve bu insanlara karşı bazen sahip olduğum önyargılar..
Mesela son yolculuğumda, Ankara'dan İstanbul'a gelirken, yanımda bütün yolculuk boyunca uyuyan bir kız vardı. Onu görünce ilk edindiğim izlenim çok sessiz ve içine kapanık biri olduğuydu... Bu önyargıyla başladı yolculuğumuz... Otobüse bindiğimiz andan itibaren uyuyan bu üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm kız, İstanbul'a yakınlaşınca uyandı ve kitap okumaya başladı, kitap kendini gerçekleştirme ve kendini tanıma üzerineydi bu önyargımı daha da güçlendirdi. Kitabı zevkle okumadığını görmek sanki onu zorla başka birilerinin zoruyla okuyormuş izlenimine kapılmama neden oldu. Kitabı tutuşundaki ellerinin isyanı buna bir kanıttı sanki, kitabı kavrayarak değil sanki her an elinden düşecekmiş gibi, isteksizce tutuyordu sanki.
Şimdi düşümdümde otobüse binmeden önce bir uyku ilacı alsam iyi olacak. Yolculuklarda uyuyamamak akıl sağlığım için pek hayırlı olmayacak anlaşılan!!!
7 Aralık 2007 Cuma
başka bir "ilk"
Herşey sadece başlamaya karar vermekle başlar. Benim başlama sebebim farklı olsa da yazıyorum artık burada, her zamankinden tek farkı elimde kağıt, kalem değil, klavye...bir blogda ilk yazma deneyimim, defterim ve kalemimin, o onlara özgü, kokuları olmadan ilham gelecek mi diye çok merak ediyorum.Sanırım bunu ilerde göreceğim ama burdan düşüncelerimi paylaşmak güzel...
Hayatımda hep "ilk"lerim oldu herkes gibi. İlk aşkım, ilk karne günüm, ilk yalnız evden ayrılışım, ilk şiirim, ilk teyze oluşum, ilk ihanet.... Bu liste böle devam eder, yaşadığım sürece de devamı gelecek. Bunların hiç birini unutmadım, asla unutmam neler yaşadığımı, neler hissettiğimi, sonra nasıl değiştiğini herşeyin bu "ilk"lere nasıl alıştığımı. İnsanın asla alışamayacağı şey alışacağını kabullenmek. Ben de yavaş yavaş sanırım senin varlığına alışacağım sevgili blogcum. Ne de olsa bundan sonra, beni şimdiye kadar ayakta tutan, geçmişimi bana hatırlatıp tekrar yaşatan, kağıdım, kalemim sensin. Ben duygularımı otuz iki dişimin ardına çok kolayca saklayabilirim. Bu yüzden içimdeki sesim sensin artık, kimseye açılamadığım duygularımı sen seslendireceksin, onları sen canlandıracaksın artık. Bu yazım, bu sözlerim hepsi bir ilkti başlarken yazıma ama artık onlar da eskidi. Sanırım alışmak bu, "ilk"in eskimesi...Hatıralarına bu eskileri eklemek...Beyninin onlara alışmasıyla senin de onlara alışman. Alışmanın tek kötü yanı sen vazgeçebilirsin ama beynin vazgeçemez kolay kolay, izleri silemez, kalan izleri onaramaz. Bunu biyoloji derslerinden öğrenmiştim, sinir hücrelerinin kendini yenilemediğini. O hep eskileri de barındırır içinde, vazgeçemez, yenilenemez, unutamaz.
Bu "ilk"im de unutulmayacak diğerleri gibi, hepsi bilmeliler ki asla unutulmayacaklar...
Hayatımda hep "ilk"lerim oldu herkes gibi. İlk aşkım, ilk karne günüm, ilk yalnız evden ayrılışım, ilk şiirim, ilk teyze oluşum, ilk ihanet.... Bu liste böle devam eder, yaşadığım sürece de devamı gelecek. Bunların hiç birini unutmadım, asla unutmam neler yaşadığımı, neler hissettiğimi, sonra nasıl değiştiğini herşeyin bu "ilk"lere nasıl alıştığımı. İnsanın asla alışamayacağı şey alışacağını kabullenmek. Ben de yavaş yavaş sanırım senin varlığına alışacağım sevgili blogcum. Ne de olsa bundan sonra, beni şimdiye kadar ayakta tutan, geçmişimi bana hatırlatıp tekrar yaşatan, kağıdım, kalemim sensin. Ben duygularımı otuz iki dişimin ardına çok kolayca saklayabilirim. Bu yüzden içimdeki sesim sensin artık, kimseye açılamadığım duygularımı sen seslendireceksin, onları sen canlandıracaksın artık. Bu yazım, bu sözlerim hepsi bir ilkti başlarken yazıma ama artık onlar da eskidi. Sanırım alışmak bu, "ilk"in eskimesi...Hatıralarına bu eskileri eklemek...Beyninin onlara alışmasıyla senin de onlara alışman. Alışmanın tek kötü yanı sen vazgeçebilirsin ama beynin vazgeçemez kolay kolay, izleri silemez, kalan izleri onaramaz. Bunu biyoloji derslerinden öğrenmiştim, sinir hücrelerinin kendini yenilemediğini. O hep eskileri de barındırır içinde, vazgeçemez, yenilenemez, unutamaz.
Bu "ilk"im de unutulmayacak diğerleri gibi, hepsi bilmeliler ki asla unutulmayacaklar...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)